"Şimdi Size Tabiatı Çalacağım!" - Cengiz Usta ile Müzik, Doğa ve Kültür Üzerine Sohbet





“Sen bağlama çalıyorsan senin dikili ağacın olacak!” dedi Cengiz Usta.
Ankara’da bize kapılarını açtığı atölyesinde tabiatla müzik arasındaki ilişkiyi sorgulatan çalışmalarını anlattı.
Cengiz Usta’nın kitaptan, topraktan, kavundan bağlamalarını; bir insan boyunda kemençesini, yontulmamış dal parçasından çıkardığı “tabiatın sesi”ni dinledik:




Öncelikle sizin hikâyenizi sorarak başlamak istiyorum. Cengiz Usta hangi yollardan geçti, müzikle karşılaşması nasıl oldu?

Çocukluğumdan itibaren anlatayım, geçmişi uzun. 25 yıllık bir maziden bahsediyorum. Ömrümün yarısı bu işle geçti. Çocukluktan beri bir merakım vardı. Köy şartlarında yetiştim, o zaman alet edevat, makinalar yok. Bir tek çakımız var o şartlarda, el aletleri diyeyim. Onunla ağaçlara dokunup şekil vermek bana haz veriyordu. Enstrüman olarak gördüğümüz bildiğimiz pek bir şey de yoktu, köy yerinde bildiğimiz bir bağlama var. O bağlamaları ben küçük ağaçlardan kopyalamaya, kendim yapmaya çalıştım. Minyatür ebatları bilirsiniz. Onu insanlara hediye ederdim, bakardım insanlar beğendikçe, ben ağaç buldukça yontmaya başladım. O zamanlar 11 yaşındayım, daha küçüğüm. Çoğu zaman elimizi bıçakla keserdik, kullanmayı da daha bilmiyoruz. Elimizi çok yaraladık o dönemlerde. Tabii, o bizi yıldırmadı. Bir hırs vardı içimizde, sen buradan yürü diyordu. Allah vergisi derler ya, herhalde bize öyle gelmiş.

Büyük şehre taşındık ama bu işin peşini bırakmadım. Farklı iş sektörlerine atıldım, hayat şartları sizi farklı işlere zorluyor. Bir sene bağlama eğitimi aldım. Zaten bağlama sevdalısıyım ama bunun yapımını merak ediyorum, nasıl yapılıyor. Bir ustayla tanışıp 4 sene civarı çıraklık yaptım Ankara'da. Usta ne yapıyorsa onları kopyaladım, her şeyi kaptım. Ustanın yanında saz yapmıyordum ama gizlice eve götürüp bir şeyler yapmaya başladım. Sofra bezini ortaya serip bulduğum bağlamanın üzerindeki cilayı kazıyıp yeniden yapıp yeniden şekillendirme hırsı vardı. Evi batırırdım tabii. O hırsı daha da geliştirdim, başka alet edevatlar alıp işi büyüttüm. Teknik de öğrendim, teknik bilgimi geliştirdim. 4 sene çıraklıktan sonra, ben artık bu bağlamayı yapabilirim, dedim. Kendi kendime işe koyuldum. Fakat maddiyat her zaman engeldi, bunu nasıl yenebileceğimi düşünmeye başladım. Diğer meslek dallarında çalıştım, ticaret lisesinde muhasebe okumuştum. Oradan birikimimi yemeyip içmeyip atölyeye alet edevat almaya harcardım. Masa başında oturduğum o işleri de hiçbir zaman sevemedim. Oturup saatlerce evrak doldur götür getir… O sektörde bir sene dayanabildim. Bir de avukatın yanında çalıştım, orada da benzerdi. Demek ki bize bu iş verilmiş, kader mi diyelim.

O işlerden koptuk. Burada biraz birikim yaptım. Daha önce gecekondu semtinde kömürlük gibi yerlerde uğraş gösterip birkaç bağlama çıkardım. Onları sattım, satınca artık kendime güvenim geldi, bir dükkan açabilirim dedim. Atölye açtım, güzel de bir atölyeydi. Saz kursu vermeye başladım. Yaptığım bağlamalar iyice şekillenmeye başladı. Küçücük bağlamalar, zamanla baktım ebatlar büyüdü. Yaşım büyüdükçe yaptığım bağlamalar da büyüyordu benim gibi. Fikirlerim de büyüdü o dönemler. Bir de ben ilginç çalışmalar, mucitlik peşindeyim hep. Yaptığım işe bir şey katayım diye, kendimce araştırmalar, gözlemler, deneyler yaparım. Yaptığım sanata bir güzellik katmaya çalışırım. Bunlara örnek göstereceğim. İnsanlar soruyor, normal enstrüman yapsana başka işin mi yok, neden böyle farklı, topraktan ya da kavundan mesela, meyvelerden...

Bir insan enstrüman yapıp para kazanır fakat benim öyle bir amaç yok. Enstrümandan daha değerli buluyorum bu yaptıklarımı. Bana göre bunlar sanat eseri, herkes yapamaz. Buna vakit ayırarak bu işin zenginleşeceğini, yaygınlaşacağını biliyorum. O hissiyatla biraz da farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Çünkü o tecrübeler bende bir farkındalık doğurdu. Ben bu topluma sorumluyum, bir şeyler vermem gerekiyor. Diğer ustalar gibi olmak istemiyorum, onları küçüksediğim için değil, onlar bağlamasını yapıp koyuyor ustasından öğrendiği gibi. Fakat ben bu geleneğin dışında bir ustayım, kendimi öyle görüyorum. Bir de toplumda bu kültürün artık yozlaştığının farkındayım, gerileyip küçüldüğünün farkındayım. Ben buna nasıl bir etki yaratabilirim? Örneğin, normal enstrümanlar yapıyorum atölyemde. Çok da güzel enstrümanlar.

Sanal ortam herkesin buluştuğu nokta, herkes buradan takip ediyor sizi. Normal enstrümanlara bakıyorum, sadece benim yakın dostlarım ilgileniyor. Açıp o bağlamanın tınısını dinleyenler hep beni tanıyan kişiler. Fakat bu kavundan bağlamayı yaptım, duymayan kalmadı. Bir haftada 36 bin kişi onu izleme gereği duydu. Neden insanlar benim yaptığım normal bağlamaya o kadar ilgi göstermiyor da, farklı gelen bir şeye ilgi gösteriyor? Ben bu ilginin farkında olduğum için yapıyorum. Kavun bağlamayı göstererek kavundan bağlama yapan usta diye açıp araştırma gereği duyuyor, bu nasıl bir usta diye merak ediyor. Bunu da kullanmaya çalışıyorum. Bir de yeni nesle sempatik görünmek gerekiyor. Küçük kardeşlerimize müzik öğretilmiyor, yanlış öğretiliyor. Bu iş sevgiyle başlar. İnsanlara bunu sevdirirseniz, bilinçli şekilde aşılarsanız bu iş büyür. Sevdirmediğiniz için yeni nesil kendisini çeken şeyle uğraşır. Elinde akıllı telefonlar, internet ortamında başka yerlere çekiliyor. Biz de insanları kendimize çekmek için böyle farklı çalışmalar yapıyoruz.

Bir de ben şunun farkındayım: ben usta olarak tabiatı tüketiyorum. Siz çalıyorsunuz değil mi? Siz tabiatı tüketiyorsunuz, farkında değilsiniz. Bir bağlama aldığınız zaman o ağaç katlolmuş durumda. O ağaç kesildiğinde siz o bağlamayı çalabiliyorsunuz. O ağacı yerine koyduğunuz zaman enstrüman çalmayı hakkedersiniz benim nazarımda. Ben ustayım, sürekli ağaç kesiyoruz. Şöyle daldan enstrümanlarım var, benim bunu yapmamda bir maksat var.

Bunu enstrüman yaparak insanların farkına varmalarını istiyorum. Mesela elimdeki, balaban, Azeri ve Ermeni çalgısı. Normal yapısı varken neden yapma gereği duydum? Nefesli çalgılar yıllar içinde şekillenmiş, bu şeklini almış. Artık insanlar bu şekliyle tanıyor nefesli şarkıları. Ben daha doğal haline dönüştürüyorum ki insanlar farkın varsın. İşte biz bu dal parçasına sahip çıkacağız.


Artık bir enstrümana baktığımızda o fabrika üretilmiş ve doğayla bir ilişkisi yokmuş gibi hissediyoruz artık. Ağaçla ve toprakla bağını koparmışız sanki. Ama siz böyle bir enstrümanla karşımıza çıktığınızda, müziğin nerden geldiğiyle ilgili algımız değişiyor. Sizinle ilk görüştüğümde dediniz ki: "Size şimdi tabiatı çalacağım." Ne demek tabiatı çalmak?

Tabiatı hissediyorsunuz burada değil mi, şimdi burada tabiat konuşacak. Birçok insanın sanatsal bakış açısı olmadığı için, bu zamanda sanattan bu kadar uzak oldukları için çok üzülüyorum. Bunu saçma bulan insanlar bence geri kalmış insanlardır. Çok yargısız eleştiriler oluyor, bunun gereksiz olduğunu düşünüyorlar. Bunu bilgisiz insanlar yapar. Bilgili insan düşünür, gözlem yapar, derinliğini araştırır. Fakat cahil insanlarımız bunun gereksiz olduğunu düşünür. Oysa bu tabiatın bir parçası. Yaşam içerisinden bir parça. Bunun bir dile gelişi.

Çalışmalarınızın gereksiz olduğuna dair eleştiriler mi alıyorsunuz?

Çok var. Ben de onlarla mücadele ediyorum. Enstrümanın yapısı bu, ne diye topraktan bağlama yaptın diyor, ya da kavundan bağlama olur mu diyor. Sanki piyasaya kavundan bağlama süreceğiz. Bu sanata bir bakış açısı. Bizim insanlarımız yeniliğe pek açık değil.



Son orman yangınlarını gördünüz değil mi? Yanan dağlara araziye bakınca, çıplak halde. Dağa taşa ağaçlara üzülüyorsunuz. Dallarını yapraklarını yitirmiş, kuru bir gövde halinde ağaçları görüyorsunuz. İncinmiş hissediyorsunuz, tabiat duyarlılığınız varsa üzülüyorsunuz. Ben Ankara'da oturuyorum, İzmir'de çıkan, Antalya'da çıkan orman yangınına çok üzülüyorum. Çünkü gelecek nesillerin yaşamını sürdürebilmeleri için onlara ihtiyacı var. Usta olarak ben bunları yansıtmaya çalışıyorum. Benim görevim bu, dal parçalarından ses çıkararak insanları bilinçlendirmek istiyorum. Sokakta insanların önemsemediği bu dal parçasından ben ses çıkardım. Tabiatı incitmeden yaptım bunu, dalları kırmadan, incitmeden, budamadan yaptım. Bulduğum ağaç parçasından çıkan ses.

Deneysel çalışmalarınızdan biraz daha konuşmaya devam edelim istiyorum. Bu nasıl başladı, ilk neler yaptınız, ne tepkiler aldınız?

İnsanlara yeniliği kabullendirmek çok zor. Örneğin, bağlamanın oluşmuş bir şekli var. Bunun yapısı tekne, kapak, sap. Bunun dışında bir şey yaptığınız zaman formunu şekillendirdiğiniz zaman, onu da başka bir bağlamada göstereyim. 


Bunu sanat olarak yaptım. Bu form insanların gözüne ilk etapta garip geliyor. Neden açık şuralar, teknenin içi gözüküyor. Buradaki maksadı insanlar şöyle bir düşünüyor. Kimisine saçma geliyor ama bilgili insan düşünüyor: acaba burada bir şey olabilir mi? Ben de farklı düşünceyle yaptım. Bağlamanın formu oluşmuş artık, bin tane de yapsam. Ama farklı bir boyut kazandırdığım zaman bambaşka bir şey ortaya çıkar. Burada ses faklı çıkıyor, duygu farklı. Bağlamalar böyle olacak demiyorum, bu deneysel bir çalışma. Çünkü bunun içinde deriler var, şu sesin bu derilerden nasıl çıktığını merak ettiğim içi böyle bir deneysel çalışma yaptım. Teknenin açık yerlerinden kulağıma ses nasıl gelir? Onun merakı vardı ve onu gördüm bu deneyin sonucunda çıplak bir ses duyuyorum. Bu teknenin normal halinde ses içinde döner. İçerde dolanan sesi duyarız biz. Fakat bunda açık, ses direkt kulağa geliyor. Bir de deriden çıkan ses var: normal kapakla deriyi birleştirdim, aynı anda ses veriyor. Bu böyle bir deneysel çalışma. Bunun sonucunda da farklı bir teknik geliştirilebileceği ortaya çıkıyor benim nazarımda. Farklı bir enstrüman ortaya çıkabilir. Farklı bir enstrümanın doğuşudur bu. Yeni bir enstrüman üzerine çalışılır, bu bir deneysel çalışma.

Peki gövdesi kitaptan bu bağlamayı nasıl tanıtmak istersiniz?

Bu bir kitap. Müziğin içinde olduğu, içinde notların da sözün de olduğu kitabı sese dönüştürdük. Bağlamamızın kitaptan çıkan sesi: müziği ve kitabı yan yana getirerek anlamı güçlendirdik. Bizde hem bağlama hem kitap sevgisi var, ikisini bir araya getirince bambaşka bir şey çıkıyor. Bir de büyük bir üstadı vadedip yaşatmak adına, Aşık Veysel Şatıroğlu’nun sözlerinin ait olduğu kitap. Kitaba zarar vermeden sadece tutturduk. Bize çok şey bıraktı, müziği sevdirdi. Kıymetini bilmeyenler vardır ama öğreteceğiz. "Dost dost diye nicesine sarıldım, benim sadık yârim kara topraktır" derken bize toprağın önemini anlattı. Bu bağlama olarak alıp çalınacak bir sanat eseri değil. Bu müzelerde sergilenecek, bir şeyleri anlatacak. Biz öldükten sonra inşallah birileri sahip çıkar bu eserlere. Kitabın ve müziğin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştım bu eserimde.

Bir de gövdesi topraktan olan bu bağlamayı sormak istiyorum.

Bu bağlama benim için bir yaşam felsefesi, yaşamın doğuşunu simgeliyor. Hayatımızdaki yapı taşı diyelim: toprak. Yaşamın ta kendisi. Anlamı büyük ama kimse anlamıyor toprağın verdiklerini, getirdiklerini, götürdüklerini. Toprak hayatın kendisidir. Ben de bunu bağlamayla özleştirdim, toprağı anlatmaya çalıştım. Artık topraktan bağlamalarımız olsun, ondan ses çıksın kaidem yok. Ama istiyorum ki insanlar yaşarken toprağın farkına varsın. Biraz düşünsünler; aceleci, telaşla, hırsla, para peşinde yaşarken. Ama herkesin yaşam çizgisi ve onun bir sonu var. Burada onu hatırlatmak istiyoruz. Topraktan geldik, toprağa gideceğiz; onu düşünerek yaşayın, toprağı dinleyip anlayın.

Bağlamalardan konuşuyoruz ama biliyoruz ki sizin atölyenizden elinizden geçen birçok enstrüman var. Başka hangi enstrümanlar üzerine çalışmalarınız var?

Bizim Anadolu çalgılarımızı sahiplendim. Ustayım, adıma usta diyorlar. Ustalığın da sorumlulukları var. Usta dediğin sahip çıkar. Biz bu toprağın içinde var olan kişileriz; ayırt edemeyiz. Sırf bağlama mey zurna kemençe kemane... Ege bölgesi kemane, Karadeniz kemençe, İç Anadolu zurna bağlama. Biz bunu bölge bölge ayırmayız hepsi Anadolu’nundur. Ben usta olarak sorumluluk sahibi görüyorum kendimi ve çok yönlü bir usta olarak görüyorum. Sırf bağlamayla kalmak istemiyorum. Kemençeyi de çok severim. Kemaneyi de çok severim, çünkü kendime ait düşünüyorum, o bölgeye ait diye düşünmüyorum. Usta olarak bunu ancak ben yaşatabilirim. Her enstrümanın icracısı çok. Onların da yaşatılması için çabam var. Biraz farklı boyutlar kazansın diye değişiklik yapıyorum. Aynı formlarda kalmış. Mesela bir insan boyunda, 1.35 cm zurna yaptım. Bir kemençe yaptım insan boyunda. Bunlar bas karakterli sesler, daha önce bunu yapan olmadı. En bas zurnayı yapma girişiminde bulundum. Bu da bana nasip olmuş. Belki bir yüz yıl sonra araştıracaklar, insan boyunda bas karakterli kemençe yapan kimdi? Kemanın boy boy ölçülü, keman viyola viyolonsel kontrbas diye boy boy ad vermişler. Bizim boy boy kemençelerimizi yapmaya çalışanlar oldu ama küçük ebatta oldu. Ben en basını yaptım. Batılının kontrbası gibi. Bunlar enstrümanın hem tanıtılması, hem farklı karakterdeki sesleri ortaya koymaktır.


Müzik kültürleriyle ilgili şunu sormak istiyorum. Siz Anadolu’daki çalgıları benimseyip sahiplendiğinizi, onları geliştirmeye çalıştığınızı söylediniz. Ondan önce de toprağı öneminden bahsettik, getirdiklerinden ve götürdüklerinden. Toprağın kendisinde sınır yok ama biz çiziyoruz. Kültürlerin arasına da keskin sınırlar çiziyoruz kimi zaman. Oysa birçok kültürde aynı ezgileri enstrümanları görmek mümkün. Bu açıdan müzik toplumlar arası kültürel diyalogun sağlanması için bir rol edinebilir mi? Nasıl olabilir?

Bu tespitiniz doğru, yerinde bir yaklaşım. Japonya'dan gelen bir davete gittim, bir bağlama gösterisi yaptık. İlk defa bir bağlamayla karşılaştılar. Yapısını, görüntüsünü gören, o melodileri duyan dönüp size bakma gereği duyuyor, o ses çekiyor size. Normalde Batı çalgıları daha yaygındır dünya genelinde. Mesela gitar çalar, belki kulağınız orada gitarı öyle önemsemez. Fakat bağlamadan çıkan sesler, tınılar, o yapısal karakter dikkat çekiyor, iyi bir dikkat çekiyor. Sanki o enstrümanı bir yerden tanıyormuşsun gibi bir yaklaşım, sorular, fotoğraf çekme, röportaj yapma. Müziğin gücü bu, yüz ifadeleri değişiyor insanların. Müzik aletleri korku yaratan bir şey değil, sevgisel. İnsanların kafasını döndürüp size bakmasını sağlıyor. Müziğin gücü, evrenselliği bu.

Beni internet üzerinde sürekli yabancılar takip ediyor. Ben Anadolu çalgılarımızı yapıyorum, Amerika'dan, Kanada'dan sayfamdaki yayınlarımı takip ediyor. Enstrümanları takip ediyor, fikir alışverişinde bulunmak istiyorlar. Bu güzel bir şey, müzik insanları birleştiren bir unsur. Barış getiren.

Öte yandan bir enstrüman üzerinde bu kimin diye kavgaya düşmek de, bunu ortak kültürel değerimiz olarak benimsemek de mümkün. Mesela burada duduk da gördüm. Mesela dudukun bu atölyeye düşme hikayesi nasıl oldu?

Duduk enstrümanı Ermenistan'da yaygındır, onların geleneksel bir çalgısıdır. Bizim kültürümüz Ermenistan ve Azeri kültüründen etkilendi. Kültürümüzün kökeni Orta Asya'dan geldi. Biz buraya geldikten sonra Batı kültürleriyle de etkileşim yaşadık. İki kültür arasındayız aslında, Doğu ve Batı arasında. Ortada olduğumuz için Doğudan da batıdan da aldıklarımız var. Farklı kültürlerin yoğurulduğu bir coğrafyadayız. Batı da bizden doğuyu alıyor, doğu da bizden batıdan bir şeyler alıyor. Ortada bir kültür olduğumuz için çok zenginiz ama farkında değiliz. Anadolu kültürü derinlemesine araştırıldığında çok zengin fakat çok araştırılıp kaynakları ortaya konmuyor. Sadece icra kısmını biliyoruz. Bilgi anlamında eksiğiz. Araştırıp ne kadar zengin bir kültüre sahip olduğumuzu görebiliriz. Mesela çalgılarımızın dini ibadetlerde kullanıldığı bilinmiyor. Bağlamanın dini ibadetlerde önemi olduğunun farkında değiller, onu sadece çalgı olarak biliyorlar. Örneğin ney ve bendir enstrümanlarının tasavvuftaki yeri ve önemi büyük. O ilahi aşka ermek için neyzenler o ilahi aşkı yaşatır transa geçerek.

Zakirler de cemlerde bağlamayla deyiş söylüyor.

Evet. Bizim için bu enstrümanlar kutsaldır. Belli bir ağırlığı ve gücü var insanlar üzerinde. Buna saygıyla yaklaşmalı, sırf çalgı olarak değerlendirmemeliyiz. İnsanlara bu öğretilmediği için, kutsallığı inciniyor. İçsel manası öğretilmiyor, yalnızca yüzeysel veriliyor. Yeni nesle bu aktarılmadığı için bunu farkında olmadan incitiyoruz. Bizim anlatımlarımızla belki insanlar değişecek. Bunu devlet kurumları sahiplenmeli, üniversiteler böyle anlamalı. Sadece notadan melodiden ibaret değil. Koskoca bir yaşamı anlatıyor, bağlama deyip geçemezsiniz. Diğer enstrümanlar da aynı şekilde. Tarihten geliyor, mazisi bin yılı aşıyor. Fakat biz bunu anlatamıyoruz. Bin senelik maziyi yarım saat anlatamayacak kadar bilgisiziz.



Konuşmamızın başında da eğitim ve aktarım probleminden bahsettiniz, konumuz tekrar oraya geldi. Bizim kuşakta halk müziğiyle ilişkilenme sizce ne durumda? Bir yandan bir kesimde yeni oluşan bir ilgi var gibi gözüküyor, siz nasıl görüyorsunuz? Yoksa siz kopuş mu dersiniz?

Kopuş var benim nazarımda, öyle gözlemliyorum. Farklı çalışmalar yapmamda bir maksat, bir çırpınış var dedim ya. O yok oluşun bana verdiği rahatsızlık var. Balabanı dal parçasından yapmamda bir maksat var. Tabiata ve müziğe zarar veriyoruz, ben bunu insanların gözüne sokmaya çalışıyorum. Kızgınlıktan eksiklikten ortaya çıktı bunlar. İnsanlar bunlara gerçek manasında sahip çıksa belki benim kafamda hiç bunlar ortaya çıkmayacak, topraktan bağlama ortaya çıkmayacak. İnsanlar değerlerini yok ediyor. Bağlama çalmak demek tabiata zarar vermek değil, o zaman tabiatı yok ediyorsun. Tabiat yok olduğu zaman bağlama yapılabilir mi? Metalden mi bağlama yapacağız, toprağı kaybettiğimiz zaman bağlama çalmanın anlamı var mı? Anadolu kültüründe yaşıyoruz, toprağın çok büyük manası var. Toprağını kaybettiğinde sen de kayboluyorsun. Bu ülkede durmanın da anlamı kalmıyor. O zaman bağlama çalmanın anlamı kalmıyor. Toprağına sahip çık diyorum! Toprağın önemini anlatıyorum. Toprak gittiğinde kültürünü de kaybediyorsun. Ortadoğu'da olanları görüyoruz. Biz kültürümüze sahip olursak, ders çıkarırsak canlandırabiliriz kültürümüzü.

İnsan eline bağlama alıp çaldığında bir şey üretiyor, ama bir yandan tüketiyoruz dediniz çünkü tabiattan alarak çalıyoruz. Arkamızı düşünmeden doğadan alıp çaldığımızda ise...

Evet tüketim oluyor. İnsanları sorumluluk sahibi olacak. Sen bağlama çalıyorsan senin dikili ağacın olacak. Ağaç sevgin olacak. Ağacı koruyacaksın. Bu da bir sorumluluğun bağlama çalıyorsan. Tabii bütün enstrümanlar için gerekli.

Çöpten bağlama çıkar mı? Böyle kötü bir şey olabilir mi? Demek ki biz insanlara değerlerimizi öğretememişiz. Ben o bağlamayı çöpten alıyorum, onarıyorum, çalınacak pozisyona getiriyorum. Siz hangi hakla bağlamayı çöpe attınız? Hangi mertebeye erdiniz? Zengin olsanız da siz hangi boyuta geçtiniz de onu çöpe atabildiniz? Yazık. Sizler gibi insanların atölyeleri gezmesi, üreten insanların dertlerini anlamaları lazım. Bilim insanları, üniversiteler farklı mertebedeymiş gibi bunlara değer vermiyor. Ben beş üniversitede seminer verdim. Bu çalışmalarımla kendi şartlarımla üniversitelerin kapılarını aşındırdım. Onların beni bulması gerekiyor. Burada arabaya yükleyip İstanbul'a gidip seminer verdim. Hocalar takdir ettiler, beş dakika sürdü. Böyle olmamalı. Bu o kadar basit değil. Araştırıp fikirlere ortak olmaları gerekiyor. Genç nesle bunları öğretmeliyiz. Öğrenmeden içi boş yetişiyor öğrenci. Bir hoca öğrencisine tabiatı sevdirmeli. Kültürüyle birlikte anlatacaksın melodileri, o zaman melodiler zenginleşir. Şu an armonilerin içi boş, o yüzden melodinin verdiği bir hissiyat yok. Besteler yapılıyor ama etkisi yok. Çok iyi piyano ve keman çalıyor mesela ama duygu vermiyor. Çünkü içi boş, tabiatı hissetmeden kemanın melodilerini nasıl çıkaracaksın? Evreni, tabiatı, yaşamı anlatacaksın ki bir tuşa basmayla insanın tüyleri diken diken olacak. Geçmişte böyle öğretilmedi. Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal'a bakın, böyle şov yapma durumları yok, Aşık Veysel'e bakın, bir de şu anki şovmen eğitmenlere bakın. Yaşadığı şeyi sundular. Neşet Ertaş Ustamızı düşünelim. Yaşamı anlattı ama en yakınımızda yaşamış üstadı bile anlayamadık çünkü duygulardan yoksunuz. Neşet Ertaş gibi çalabileni bulabiliyor muyuz? Konservatuarda okuyan ya da mezun öğrencilerimiz, verin Neşet Usta duygusunu. Çok çalıştınız, pratik yaptınız, günlerce egzersiz yaptınız, günde saatlerinizi ayırdınız. Niye Neşet Ertaş gibi çıkamıyorlar? Çünkü yaşanmışlık yok. Duygu yok. Duygusuz bağlama çalınır mı? Eğitimi yerinde öğreteceksin. Bağlama çalmak istiyorsa çıkıp tarlaları bağları kırları dolaşacak. Tabiatı dolaşacak, gözlem yapacak. Oturup dört duvar arasında bağlama yapanlar yanılıyorlar. Tabiatı dolanacak. Araştıracak, Kırşehir'e gidecek. Neşet Ertaş'ı çalmak istiyorsa onun geçtiği yollardan geçecek.

Eski şarkı türküleri günümüzde farklı formlarda yeniden yorumlayan, başka enstrümanlarla icra eden müzik grupları artıyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yenilikçi olmak gerekiyor fakat özgün yapıyı bozmadan ve geçmişe saygı göstererek yapmak gerek. Yenilik yapıp zamana uyduracak fakat eski formları bozmayacağız, onu yaşatmayı bileceğiz. Yeniyi ve eskiyi bir kenara koyacağız. Dayatma olmayacak, öyle olduğunda içsel manayı bozmuş oluruz. Bizler robot değil insanız. Eğitimde de hatalı olan o, yenilikçi olmak adına insanların önüne müfredatlar koyuyorlar. Notalara bağlı insanlar yetiştiriyorlar. Nota öğrenilmeli ama bunun dışında hissiyat önemli. Notaları yazan bunlardır. Dışına çıkılamayacak kurallar yanlış. Mesela TRT'nin katı kuralları vardı, onun dışında yazamazdınız. Birçok sanatçı TRT'nin o çıtasından geçemezdi kurallarından dolayı.

Sırf İç Anadolu yok bizim içimizde, hepsinin müzik kültürü farklı. Sadece birini alıp insanlara sunamazsın. Bir tarafın ezgisini kullanamazsın. Bağlamanın farklı bölgelerde çalış şekilleri var. Devlet kurumlarında biz yalnızca kara düzen bağlama gördük. Akort düzeni olarak kısa sap TRT'nin içine çok sonradan girdi, şelpe tekniği de zor kabul edildi. Bunların da var olması gerekiyor. Bir de dede sazımız var ibadetlerde kullanılan. O hiç kullanılmadı mesela, insanların bilgisi yok. O saz o katı kurallar yüzünden duyulmadı. Zurnadan bahsedeyim. Zurna Batı'da farklı İç Anadolu'da farklı, Doğu'da farklı. Armoni, çalım tekniği olarak, yapı itibariyle farklı. Bize sadece bir tip gösteriliyor. Doğu da batı da kendisini biliyor sadece. Bu harmanlanıp insanlara anlatılmıyor. Yenilikçi olmak istiyorsak her formu alıp insanlara sunmayı bilmek gerekir. Kültür çeşitliliğini kabullenmek lazım. Mesela Kürtler kendini ifade edemedi, onların kendi kültürünü nasıl hiçe sayabilirsin? Bunlar zenginlik. Uzun bir süre yasaklardan dolayı ortaya koyamadılar. Bu da sunulmalı. Batı müziğini dinliyorsak Doğu'yu da dinleyeceğiz.

Bu coğrafyada Kürtlerin, Türklerin, Ermenilerin, Zazaların ortak kullandığı enstrümanlar 
olarak neleri sayabiliriz?

Bağlamayı ortak olarak kullanıyoruz. Duduk derler ya da balaban, onu da ortak kullanıyoruz. Yaygı çalgılarımız, kimi bölgede kemane derler, kimi bölgede kabak keman derler, Doğu'da ismi daha farklıdır, Kürtler de kullanır. Biz önceleri onu sadece Ege çalgısı olarak bilirdik, Türkmenler ve Ermeniler de kullanıyor. Kemençe ve kemançe Karadeniz’de kullanılır ama mesela Sivaslıyız biz, orada da kemençe kullanılır. Anadolu çalgıları ortak diyebilirim.



Daha belirgin bir şekilde kültürlere atfedebileceğimiz çalgılar var mı, bunlar Ermenilerin ya da Kürtlerin gibi?

Duduk Ermenilerindir, Azeriler de kendilerine ait olduğunu iddia ediyor ama onu artık kendi aralarında tarihsel boyutuyla karar verirler. Ama Türklerin değil, buranınki neydir. Belki onun geçmişi de o bölgeden gelmedir ama tahminim Ermenistan çalgılarından esinlenildi, çünkü kamış yapısı ve gövde yapısıyla andırıyor. Araştırmadım yanıltmayayım, tahminimi söylüyorum. Bağlama bize ait, Orta Asya'da gelmedir. Kemençeye Karadeniz insanımız bize ait diyor ama onun da kökeninin Rumlara dayandığını düşünüyorum. Öyle bir araştırmadan bulundum ama onun da atası Orta Asya'dan geliyor.

Biliyoruz ki sizin sanatsal çalışmalarınızın yanı sıra bilimsel çalışmalarınız da var, çoğu zaman iç içe geçen. Anlamak için belli bir eğitimden geçmemiz gerektiğini söylediniz ama anlayabileceğimiz haliyle çok kabaca bahsedebilir misiniz? Neler yapıyorsunuz?

Şu ön kapak dediğimiz, sesin çıkmasını sağlar. Ön kapağın belli bir kıvamda olması gerekir kaliteli ses elde edebilmek için. Ben de teknolojide var olan gelişmelerden esinlenerek ben ona form vereceğim, öyle bir bağlama üreteceğim ki teknolojik bir şey olacak. Anlatmakla olmuyor, deneylerle göstermek gerek. Ağacın ses verme özelliği var, hiçbir şeyi rastgele takamayız. Sapın da, hepsinin sese etkisi var. İnsanlar hep sesin kapaktan ve tekneden çıktığını düşünür, bu yanılgı. Sapın da fiziksel açıdan sese etkisi var. Sapın yönü var ağacın büyürken geliştirdiği çizgilerden. O kesim yönünü doğru tayin etmek gerekiyor. Çünkü saptaki titreşim çok önemli kaliteli bir bağlama istiyorsanız.

Çok teşekkür ederiz sohbet için!


Cengiz Erdoğan Usta'yı takip etmek için:
Facebook hesabı: https://www.facebook.com/profile.php?id=100008482815200
Youtube kanalı: https://www.youtube.com/channel/UCLa2h8S1ojTSKITMc1bu9HA  

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar