"Şimdi Size Tabiatı Çalacağım!" - Cengiz Usta ile Müzik, Doğa ve Kültür Üzerine Sohbet
Ankara’da bize kapılarını açtığı atölyesinde tabiatla müzik arasındaki
ilişkiyi sorgulatan çalışmalarını anlattı.
Cengiz Usta’nın kitaptan, topraktan,
kavundan bağlamalarını; bir insan boyunda kemençesini, yontulmamış dal
parçasından çıkardığı “tabiatın sesi”ni
dinledik:
Öncelikle sizin hikâyenizi
sorarak başlamak istiyorum. Cengiz Usta hangi yollardan geçti, müzikle
karşılaşması nasıl oldu?
Çocukluğumdan itibaren anlatayım, geçmişi uzun. 25 yıllık
bir maziden bahsediyorum. Ömrümün yarısı bu işle geçti. Çocukluktan beri bir
merakım vardı. Köy şartlarında yetiştim, o zaman alet edevat, makinalar yok.
Bir tek çakımız var o şartlarda, el aletleri diyeyim. Onunla ağaçlara dokunup
şekil vermek bana haz veriyordu. Enstrüman olarak gördüğümüz bildiğimiz pek bir
şey de yoktu, köy yerinde bildiğimiz bir bağlama var. O bağlamaları ben küçük
ağaçlardan kopyalamaya, kendim yapmaya çalıştım. Minyatür ebatları bilirsiniz.
Onu insanlara hediye ederdim, bakardım insanlar beğendikçe, ben ağaç buldukça
yontmaya başladım. O zamanlar 11 yaşındayım, daha küçüğüm. Çoğu zaman elimizi
bıçakla keserdik, kullanmayı da daha bilmiyoruz. Elimizi çok yaraladık o dönemlerde.
Tabii, o bizi yıldırmadı. Bir hırs vardı içimizde, sen buradan yürü diyordu.
Allah vergisi derler ya, herhalde bize öyle gelmiş.
Büyük şehre taşındık ama bu işin peşini bırakmadım. Farklı
iş sektörlerine atıldım, hayat şartları sizi farklı işlere zorluyor. Bir sene
bağlama eğitimi aldım. Zaten bağlama sevdalısıyım ama bunun yapımını merak ediyorum,
nasıl yapılıyor. Bir ustayla tanışıp 4 sene civarı çıraklık yaptım Ankara'da.
Usta ne yapıyorsa onları kopyaladım, her şeyi kaptım. Ustanın yanında saz
yapmıyordum ama gizlice eve götürüp bir şeyler yapmaya başladım. Sofra bezini
ortaya serip bulduğum bağlamanın üzerindeki cilayı kazıyıp yeniden yapıp
yeniden şekillendirme hırsı vardı. Evi batırırdım tabii. O hırsı daha da
geliştirdim, başka alet edevatlar alıp işi büyüttüm. Teknik de öğrendim, teknik
bilgimi geliştirdim. 4 sene çıraklıktan sonra, ben artık bu bağlamayı
yapabilirim, dedim. Kendi kendime işe koyuldum. Fakat maddiyat her zaman
engeldi, bunu nasıl yenebileceğimi düşünmeye başladım. Diğer meslek dallarında
çalıştım, ticaret lisesinde muhasebe okumuştum. Oradan birikimimi yemeyip
içmeyip atölyeye alet edevat almaya harcardım. Masa başında oturduğum o işleri
de hiçbir zaman sevemedim. Oturup saatlerce evrak doldur götür getir… O
sektörde bir sene dayanabildim. Bir de avukatın yanında çalıştım, orada da
benzerdi. Demek ki bize bu iş verilmiş, kader mi diyelim.
O işlerden koptuk. Burada biraz birikim yaptım. Daha önce
gecekondu semtinde kömürlük gibi yerlerde uğraş gösterip birkaç bağlama
çıkardım. Onları sattım, satınca artık kendime güvenim geldi, bir dükkan
açabilirim dedim. Atölye açtım, güzel de bir atölyeydi. Saz kursu vermeye başladım.
Yaptığım bağlamalar iyice şekillenmeye başladı. Küçücük bağlamalar, zamanla
baktım ebatlar büyüdü. Yaşım büyüdükçe yaptığım bağlamalar da büyüyordu benim
gibi. Fikirlerim de büyüdü o dönemler. Bir de ben ilginç çalışmalar, mucitlik
peşindeyim hep. Yaptığım işe bir şey katayım diye, kendimce araştırmalar,
gözlemler, deneyler yaparım. Yaptığım sanata bir güzellik katmaya çalışırım.
Bunlara örnek göstereceğim. İnsanlar soruyor, normal enstrüman yapsana başka
işin mi yok, neden böyle farklı, topraktan ya da kavundan mesela,
meyvelerden...
Bir insan enstrüman yapıp para kazanır fakat benim öyle bir
amaç yok. Enstrümandan daha değerli buluyorum bu yaptıklarımı. Bana göre bunlar
sanat eseri, herkes yapamaz. Buna vakit ayırarak bu işin zenginleşeceğini,
yaygınlaşacağını biliyorum. O hissiyatla biraz da farkındalık yaratmaya
çalışıyorum. Çünkü o tecrübeler bende bir farkındalık doğurdu. Ben bu topluma
sorumluyum, bir şeyler vermem gerekiyor. Diğer ustalar gibi olmak istemiyorum,
onları küçüksediğim için değil, onlar bağlamasını yapıp koyuyor ustasından
öğrendiği gibi. Fakat ben bu geleneğin dışında bir ustayım, kendimi öyle
görüyorum. Bir de toplumda bu kültürün artık yozlaştığının farkındayım,
gerileyip küçüldüğünün farkındayım. Ben buna nasıl bir etki yaratabilirim? Örneğin,
normal enstrümanlar yapıyorum atölyemde. Çok da güzel enstrümanlar.

Bir de ben şunun farkındayım: ben usta olarak tabiatı
tüketiyorum. Siz çalıyorsunuz değil mi? Siz tabiatı tüketiyorsunuz, farkında
değilsiniz. Bir bağlama aldığınız
zaman o ağaç katlolmuş durumda. O ağaç kesildiğinde siz o bağlamayı
çalabiliyorsunuz. O ağacı yerine koyduğunuz zaman enstrüman çalmayı hakkedersiniz
benim nazarımda. Ben ustayım, sürekli ağaç kesiyoruz. Şöyle daldan enstrümanlarım
var, benim bunu yapmamda bir maksat var.
Bunu enstrüman yaparak insanların farkına varmalarını
istiyorum. Mesela elimdeki, balaban, Azeri ve Ermeni çalgısı. Normal yapısı
varken neden yapma gereği duydum? Nefesli çalgılar yıllar içinde şekillenmiş,
bu şeklini almış. Artık insanlar bu şekliyle tanıyor nefesli şarkıları. Ben
daha doğal haline dönüştürüyorum ki insanlar farkın varsın. İşte biz bu dal
parçasına sahip çıkacağız.
Artık bir enstrümana
baktığımızda o fabrika üretilmiş ve doğayla bir ilişkisi yokmuş gibi
hissediyoruz artık. Ağaçla ve toprakla bağını koparmışız sanki. Ama siz böyle
bir enstrümanla karşımıza çıktığınızda, müziğin nerden geldiğiyle ilgili
algımız değişiyor. Sizinle ilk görüştüğümde dediniz ki: "Size şimdi
tabiatı çalacağım." Ne demek tabiatı çalmak?
Tabiatı hissediyorsunuz burada değil mi, şimdi burada tabiat
konuşacak. Birçok insanın sanatsal bakış açısı olmadığı için, bu zamanda
sanattan bu kadar uzak oldukları için çok üzülüyorum. Bunu saçma bulan insanlar
bence geri kalmış insanlardır. Çok yargısız eleştiriler oluyor, bunun gereksiz
olduğunu düşünüyorlar. Bunu bilgisiz insanlar yapar. Bilgili insan düşünür,
gözlem yapar, derinliğini araştırır. Fakat cahil insanlarımız bunun gereksiz
olduğunu düşünür. Oysa bu tabiatın bir parçası. Yaşam içerisinden bir parça.
Bunun bir dile gelişi.
Çalışmalarınızın
gereksiz olduğuna dair eleştiriler mi alıyorsunuz?
Çok var. Ben de onlarla mücadele ediyorum. Enstrümanın
yapısı bu, ne diye topraktan bağlama yaptın diyor, ya da kavundan bağlama olur
mu diyor. Sanki piyasaya kavundan bağlama süreceğiz. Bu sanata bir bakış açısı.
Bizim insanlarımız yeniliğe pek açık değil.
Son orman yangınlarını gördünüz değil mi? Yanan dağlara
araziye bakınca, çıplak halde. Dağa taşa ağaçlara üzülüyorsunuz. Dallarını
yapraklarını yitirmiş, kuru bir gövde halinde ağaçları görüyorsunuz. İncinmiş hissediyorsunuz,
tabiat duyarlılığınız varsa üzülüyorsunuz. Ben Ankara'da oturuyorum, İzmir'de
çıkan, Antalya'da çıkan orman yangınına çok üzülüyorum. Çünkü gelecek
nesillerin yaşamını sürdürebilmeleri için onlara ihtiyacı var. Usta olarak ben
bunları yansıtmaya çalışıyorum. Benim görevim bu, dal parçalarından ses
çıkararak insanları bilinçlendirmek istiyorum. Sokakta insanların önemsemediği
bu dal parçasından ben ses çıkardım. Tabiatı incitmeden yaptım bunu, dalları
kırmadan, incitmeden, budamadan yaptım. Bulduğum ağaç parçasından çıkan ses.
Deneysel
çalışmalarınızdan biraz daha konuşmaya devam edelim istiyorum. Bu nasıl
başladı, ilk neler yaptınız, ne tepkiler aldınız?
İnsanlara yeniliği kabullendirmek çok zor. Örneğin,
bağlamanın oluşmuş bir şekli var. Bunun yapısı tekne, kapak, sap. Bunun dışında
bir şey yaptığınız zaman formunu şekillendirdiğiniz zaman, onu da başka bir
bağlamada göstereyim.
Bunu sanat olarak yaptım. Bu form insanların gözüne ilk
etapta garip geliyor. Neden açık şuralar, teknenin içi gözüküyor. Buradaki
maksadı insanlar şöyle bir düşünüyor. Kimisine saçma geliyor ama bilgili insan
düşünüyor: acaba burada bir şey olabilir mi? Ben de farklı düşünceyle yaptım.
Bağlamanın formu oluşmuş artık, bin tane de yapsam. Ama farklı bir boyut
kazandırdığım zaman bambaşka bir şey ortaya çıkar. Burada ses faklı çıkıyor,
duygu farklı. Bağlamalar böyle olacak demiyorum, bu deneysel bir çalışma. Çünkü
bunun içinde deriler var, şu sesin bu derilerden nasıl çıktığını merak ettiğim
içi böyle bir deneysel çalışma yaptım. Teknenin açık yerlerinden kulağıma ses
nasıl gelir? Onun merakı vardı ve onu gördüm bu deneyin sonucunda çıplak bir
ses duyuyorum. Bu teknenin normal halinde ses içinde döner. İçerde dolanan sesi
duyarız biz. Fakat bunda açık, ses direkt kulağa geliyor. Bir de deriden çıkan
ses var: normal kapakla deriyi birleştirdim, aynı anda ses veriyor. Bu böyle
bir deneysel çalışma. Bunun sonucunda da farklı bir teknik geliştirilebileceği
ortaya çıkıyor benim nazarımda. Farklı bir enstrüman ortaya çıkabilir. Farklı
bir enstrümanın doğuşudur bu. Yeni bir enstrüman üzerine çalışılır, bu bir
deneysel çalışma.
Peki gövdesi kitaptan
bu bağlamayı nasıl tanıtmak istersiniz?
Bu bir kitap. Müziğin içinde olduğu, içinde notların da
sözün de olduğu kitabı sese dönüştürdük. Bağlamamızın kitaptan çıkan sesi:
müziği ve kitabı yan yana getirerek anlamı güçlendirdik. Bizde hem bağlama hem
kitap sevgisi var, ikisini bir araya getirince bambaşka bir şey çıkıyor. Bir de
büyük bir üstadı vadedip yaşatmak adına, Aşık Veysel Şatıroğlu’nun sözlerinin
ait olduğu kitap. Kitaba zarar vermeden sadece tutturduk. Bize çok şey bıraktı,
müziği sevdirdi. Kıymetini bilmeyenler vardır ama öğreteceğiz. "Dost dost
diye nicesine sarıldım, benim sadık yârim kara topraktır" derken bize
toprağın önemini anlattı. Bu bağlama olarak alıp çalınacak bir sanat eseri
değil. Bu müzelerde sergilenecek, bir şeyleri anlatacak. Biz öldükten sonra
inşallah birileri sahip çıkar bu eserlere. Kitabın ve müziğin ne kadar önemli
olduğunu anlatmaya çalıştım bu eserimde.
Bir de gövdesi topraktan
olan bu bağlamayı sormak istiyorum.
Bu bağlama benim için bir yaşam felsefesi, yaşamın doğuşunu
simgeliyor. Hayatımızdaki yapı taşı diyelim: toprak. Yaşamın ta kendisi. Anlamı
büyük ama kimse anlamıyor toprağın verdiklerini, getirdiklerini,
götürdüklerini. Toprak hayatın kendisidir. Ben de bunu bağlamayla özleştirdim,
toprağı anlatmaya çalıştım. Artık topraktan bağlamalarımız olsun, ondan ses
çıksın kaidem yok. Ama istiyorum ki insanlar yaşarken toprağın farkına varsın.
Biraz düşünsünler; aceleci, telaşla, hırsla, para peşinde yaşarken. Ama
herkesin yaşam çizgisi ve onun bir sonu var. Burada onu hatırlatmak istiyoruz.
Topraktan geldik, toprağa gideceğiz; onu düşünerek yaşayın, toprağı dinleyip
anlayın.
Bağlamalardan
konuşuyoruz ama biliyoruz ki sizin atölyenizden elinizden geçen birçok
enstrüman var. Başka hangi enstrümanlar üzerine çalışmalarınız var?
Bizim Anadolu çalgılarımızı sahiplendim. Ustayım, adıma usta
diyorlar. Ustalığın da sorumlulukları var. Usta dediğin sahip çıkar. Biz bu
toprağın içinde var olan kişileriz; ayırt edemeyiz. Sırf bağlama mey zurna
kemençe kemane... Ege bölgesi kemane, Karadeniz kemençe, İç Anadolu zurna
bağlama. Biz bunu bölge bölge ayırmayız hepsi Anadolu’nundur. Ben usta olarak
sorumluluk sahibi görüyorum kendimi ve çok yönlü bir usta olarak görüyorum.
Sırf bağlamayla kalmak istemiyorum. Kemençeyi de çok severim. Kemaneyi de çok
severim, çünkü kendime ait düşünüyorum, o bölgeye ait diye düşünmüyorum. Usta
olarak bunu ancak ben yaşatabilirim. Her enstrümanın icracısı çok. Onların da
yaşatılması için çabam var. Biraz farklı boyutlar kazansın diye değişiklik
yapıyorum. Aynı formlarda kalmış. Mesela bir insan boyunda, 1.35 cm zurna
yaptım. Bir kemençe yaptım insan boyunda. Bunlar bas karakterli sesler, daha
önce bunu yapan olmadı. En bas zurnayı yapma girişiminde bulundum. Bu da bana
nasip olmuş. Belki bir yüz yıl sonra araştıracaklar, insan boyunda bas
karakterli kemençe yapan kimdi? Kemanın boy boy ölçülü, keman viyola viyolonsel
kontrbas diye boy boy ad vermişler. Bizim boy boy kemençelerimizi yapmaya çalışanlar
oldu ama küçük ebatta oldu. Ben en basını yaptım. Batılının kontrbası gibi.
Bunlar enstrümanın hem tanıtılması, hem farklı karakterdeki sesleri ortaya
koymaktır.
Müzik kültürleriyle
ilgili şunu sormak istiyorum. Siz Anadolu’daki çalgıları benimseyip
sahiplendiğinizi, onları geliştirmeye çalıştığınızı söylediniz. Ondan önce de
toprağı öneminden bahsettik, getirdiklerinden ve götürdüklerinden. Toprağın
kendisinde sınır yok ama biz çiziyoruz. Kültürlerin arasına da keskin sınırlar çiziyoruz
kimi zaman. Oysa birçok kültürde aynı ezgileri enstrümanları görmek mümkün. Bu
açıdan müzik toplumlar arası kültürel diyalogun sağlanması için bir rol
edinebilir mi? Nasıl olabilir?
Bu tespitiniz doğru, yerinde bir yaklaşım. Japonya'dan gelen
bir davete gittim, bir bağlama gösterisi yaptık. İlk defa bir bağlamayla
karşılaştılar. Yapısını, görüntüsünü gören, o melodileri duyan dönüp size bakma
gereği duyuyor, o ses çekiyor size. Normalde Batı çalgıları daha yaygındır
dünya genelinde. Mesela gitar çalar, belki kulağınız orada gitarı öyle önemsemez.
Fakat bağlamadan çıkan sesler, tınılar, o yapısal karakter dikkat çekiyor, iyi
bir dikkat çekiyor. Sanki o enstrümanı bir yerden tanıyormuşsun gibi bir
yaklaşım, sorular, fotoğraf çekme, röportaj yapma. Müziğin gücü bu, yüz
ifadeleri değişiyor insanların. Müzik aletleri korku yaratan bir şey değil,
sevgisel. İnsanların kafasını döndürüp size bakmasını sağlıyor. Müziğin gücü,
evrenselliği bu.
Beni internet üzerinde sürekli yabancılar takip ediyor. Ben
Anadolu çalgılarımızı yapıyorum, Amerika'dan, Kanada'dan sayfamdaki yayınlarımı
takip ediyor. Enstrümanları takip ediyor, fikir alışverişinde bulunmak
istiyorlar. Bu güzel bir şey, müzik insanları birleştiren bir unsur. Barış
getiren.
Öte yandan bir enstrüman
üzerinde bu kimin diye kavgaya düşmek de, bunu ortak kültürel değerimiz olarak
benimsemek de mümkün. Mesela burada duduk da gördüm. Mesela dudukun bu atölyeye
düşme hikayesi nasıl oldu?
Duduk enstrümanı Ermenistan'da yaygındır, onların geleneksel
bir çalgısıdır. Bizim kültürümüz Ermenistan ve Azeri kültüründen etkilendi.
Kültürümüzün kökeni Orta Asya'dan geldi. Biz buraya geldikten sonra Batı
kültürleriyle de etkileşim yaşadık. İki kültür arasındayız aslında, Doğu ve
Batı arasında. Ortada olduğumuz için Doğudan da batıdan da aldıklarımız var.
Farklı kültürlerin yoğurulduğu bir coğrafyadayız. Batı da bizden doğuyu alıyor,
doğu da bizden batıdan bir şeyler alıyor. Ortada bir kültür olduğumuz için çok
zenginiz ama farkında değiliz. Anadolu kültürü derinlemesine araştırıldığında
çok zengin fakat çok araştırılıp kaynakları ortaya konmuyor. Sadece icra
kısmını biliyoruz. Bilgi anlamında eksiğiz. Araştırıp ne kadar zengin bir
kültüre sahip olduğumuzu görebiliriz. Mesela çalgılarımızın dini ibadetlerde
kullanıldığı bilinmiyor. Bağlamanın dini ibadetlerde önemi olduğunun farkında
değiller, onu sadece çalgı olarak biliyorlar. Örneğin ney ve bendir
enstrümanlarının tasavvuftaki yeri ve önemi büyük. O ilahi aşka ermek için
neyzenler o ilahi aşkı yaşatır transa geçerek.
Zakirler de cemlerde
bağlamayla deyiş söylüyor.
Evet. Bizim için bu enstrümanlar kutsaldır. Belli bir
ağırlığı ve gücü var insanlar üzerinde. Buna saygıyla yaklaşmalı, sırf çalgı
olarak değerlendirmemeliyiz. İnsanlara bu öğretilmediği için, kutsallığı inciniyor.
İçsel manası öğretilmiyor, yalnızca yüzeysel veriliyor. Yeni nesle bu
aktarılmadığı için bunu farkında olmadan incitiyoruz. Bizim anlatımlarımızla
belki insanlar değişecek. Bunu devlet kurumları sahiplenmeli, üniversiteler
böyle anlamalı. Sadece notadan melodiden ibaret değil. Koskoca bir yaşamı
anlatıyor, bağlama deyip geçemezsiniz. Diğer enstrümanlar da aynı şekilde.
Tarihten geliyor, mazisi bin yılı aşıyor. Fakat biz bunu anlatamıyoruz. Bin
senelik maziyi yarım saat anlatamayacak kadar bilgisiziz.
Konuşmamızın başında
da eğitim ve aktarım probleminden bahsettiniz, konumuz tekrar oraya geldi.
Bizim kuşakta halk müziğiyle ilişkilenme sizce ne durumda? Bir yandan bir
kesimde yeni oluşan bir ilgi var gibi gözüküyor, siz nasıl görüyorsunuz? Yoksa
siz kopuş mu dersiniz?
Kopuş var benim nazarımda, öyle gözlemliyorum. Farklı
çalışmalar yapmamda bir maksat, bir çırpınış var dedim ya. O yok oluşun bana
verdiği rahatsızlık var. Balabanı dal parçasından yapmamda bir maksat var.
Tabiata ve müziğe zarar veriyoruz, ben bunu insanların gözüne sokmaya
çalışıyorum. Kızgınlıktan eksiklikten ortaya çıktı bunlar. İnsanlar bunlara
gerçek manasında sahip çıksa belki benim kafamda hiç bunlar ortaya çıkmayacak,
topraktan bağlama ortaya çıkmayacak. İnsanlar değerlerini yok ediyor. Bağlama
çalmak demek tabiata zarar vermek değil, o zaman tabiatı yok ediyorsun. Tabiat
yok olduğu zaman bağlama yapılabilir mi? Metalden mi bağlama yapacağız, toprağı
kaybettiğimiz zaman bağlama çalmanın anlamı var mı? Anadolu kültüründe
yaşıyoruz, toprağın çok büyük manası var. Toprağını kaybettiğinde sen de
kayboluyorsun. Bu ülkede durmanın da anlamı kalmıyor. O zaman bağlama çalmanın
anlamı kalmıyor. Toprağına sahip çık diyorum! Toprağın önemini anlatıyorum.
Toprak gittiğinde kültürünü de kaybediyorsun. Ortadoğu'da olanları görüyoruz.
Biz kültürümüze sahip olursak, ders çıkarırsak canlandırabiliriz kültürümüzü.
İnsan eline bağlama
alıp çaldığında bir şey üretiyor, ama bir yandan tüketiyoruz dediniz çünkü
tabiattan alarak çalıyoruz. Arkamızı düşünmeden doğadan alıp çaldığımızda ise...
Evet tüketim oluyor. İnsanları sorumluluk sahibi olacak. Sen
bağlama çalıyorsan senin dikili ağacın olacak. Ağaç sevgin olacak. Ağacı
koruyacaksın. Bu da bir sorumluluğun bağlama çalıyorsan. Tabii bütün
enstrümanlar için gerekli.
Çöpten bağlama çıkar mı? Böyle kötü bir şey olabilir mi?
Demek ki biz insanlara değerlerimizi öğretememişiz. Ben o bağlamayı çöpten
alıyorum, onarıyorum, çalınacak pozisyona getiriyorum. Siz hangi hakla bağlamayı çöpe
attınız? Hangi mertebeye erdiniz? Zengin olsanız da siz hangi boyuta geçtiniz
de onu çöpe atabildiniz? Yazık. Sizler gibi insanların atölyeleri gezmesi,
üreten insanların dertlerini anlamaları lazım. Bilim insanları, üniversiteler
farklı mertebedeymiş gibi bunlara değer vermiyor. Ben beş üniversitede seminer
verdim. Bu çalışmalarımla kendi şartlarımla üniversitelerin kapılarını
aşındırdım. Onların beni bulması gerekiyor. Burada arabaya yükleyip İstanbul'a
gidip seminer verdim. Hocalar takdir ettiler, beş dakika sürdü. Böyle olmamalı.
Bu o kadar basit değil. Araştırıp fikirlere ortak olmaları gerekiyor. Genç
nesle bunları öğretmeliyiz. Öğrenmeden içi boş yetişiyor öğrenci. Bir hoca
öğrencisine tabiatı sevdirmeli. Kültürüyle birlikte anlatacaksın melodileri, o
zaman melodiler zenginleşir. Şu an armonilerin içi boş, o yüzden melodinin
verdiği bir hissiyat yok. Besteler yapılıyor ama etkisi yok. Çok iyi piyano ve
keman çalıyor mesela ama duygu vermiyor. Çünkü içi boş, tabiatı hissetmeden
kemanın melodilerini nasıl çıkaracaksın? Evreni, tabiatı, yaşamı anlatacaksın
ki bir tuşa basmayla insanın tüyleri diken diken olacak. Geçmişte böyle
öğretilmedi. Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal'a bakın, böyle şov yapma durumları
yok, Aşık Veysel'e bakın, bir de şu anki şovmen eğitmenlere bakın. Yaşadığı
şeyi sundular. Neşet Ertaş Ustamızı düşünelim. Yaşamı anlattı ama en
yakınımızda yaşamış üstadı bile anlayamadık çünkü duygulardan yoksunuz. Neşet
Ertaş gibi çalabileni bulabiliyor muyuz? Konservatuarda okuyan ya da mezun
öğrencilerimiz, verin Neşet Usta duygusunu. Çok çalıştınız, pratik yaptınız,
günlerce egzersiz yaptınız, günde saatlerinizi ayırdınız. Niye Neşet Ertaş gibi
çıkamıyorlar? Çünkü yaşanmışlık yok. Duygu yok. Duygusuz bağlama çalınır mı?
Eğitimi yerinde öğreteceksin. Bağlama çalmak istiyorsa çıkıp tarlaları bağları
kırları dolaşacak. Tabiatı dolaşacak, gözlem yapacak. Oturup dört duvar
arasında bağlama yapanlar yanılıyorlar. Tabiatı dolanacak. Araştıracak,
Kırşehir'e gidecek. Neşet Ertaş'ı çalmak istiyorsa onun geçtiği yollardan
geçecek.
Eski şarkı türküleri
günümüzde farklı formlarda yeniden yorumlayan, başka enstrümanlarla icra eden
müzik grupları artıyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yenilikçi olmak gerekiyor fakat özgün yapıyı bozmadan ve
geçmişe saygı göstererek yapmak gerek. Yenilik yapıp zamana uyduracak fakat
eski formları bozmayacağız, onu yaşatmayı bileceğiz. Yeniyi ve eskiyi bir
kenara koyacağız. Dayatma olmayacak, öyle olduğunda içsel manayı bozmuş oluruz.
Bizler robot değil insanız. Eğitimde de hatalı olan o, yenilikçi olmak adına
insanların önüne müfredatlar koyuyorlar. Notalara bağlı insanlar
yetiştiriyorlar. Nota öğrenilmeli ama bunun dışında hissiyat önemli. Notaları
yazan bunlardır. Dışına çıkılamayacak kurallar yanlış. Mesela TRT'nin katı
kuralları vardı, onun dışında yazamazdınız. Birçok sanatçı TRT'nin o çıtasından
geçemezdi kurallarından dolayı.
Sırf İç Anadolu yok bizim içimizde, hepsinin müzik kültürü
farklı. Sadece birini alıp insanlara sunamazsın. Bir tarafın ezgisini
kullanamazsın. Bağlamanın farklı bölgelerde çalış şekilleri var. Devlet
kurumlarında biz yalnızca kara düzen bağlama gördük. Akort düzeni olarak kısa
sap TRT'nin içine çok sonradan girdi, şelpe tekniği de zor kabul edildi.
Bunların da var olması gerekiyor. Bir de dede sazımız var ibadetlerde
kullanılan. O hiç kullanılmadı mesela, insanların bilgisi yok. O saz o katı
kurallar yüzünden duyulmadı. Zurnadan bahsedeyim. Zurna Batı'da farklı İç
Anadolu'da farklı, Doğu'da farklı. Armoni, çalım tekniği olarak, yapı
itibariyle farklı. Bize sadece bir tip gösteriliyor. Doğu da batı da kendisini
biliyor sadece. Bu harmanlanıp insanlara anlatılmıyor. Yenilikçi olmak
istiyorsak her formu alıp insanlara sunmayı bilmek gerekir. Kültür
çeşitliliğini kabullenmek lazım. Mesela Kürtler kendini ifade edemedi, onların
kendi kültürünü nasıl hiçe sayabilirsin? Bunlar zenginlik. Uzun bir süre
yasaklardan dolayı ortaya koyamadılar. Bu da sunulmalı. Batı müziğini
dinliyorsak Doğu'yu da dinleyeceğiz.
Bu coğrafyada Kürtlerin,
Türklerin, Ermenilerin, Zazaların ortak kullandığı enstrümanlar
olarak neleri
sayabiliriz?
Bağlamayı ortak olarak kullanıyoruz. Duduk derler ya da
balaban, onu da ortak kullanıyoruz. Yaygı çalgılarımız, kimi bölgede kemane
derler, kimi bölgede kabak keman derler, Doğu'da ismi daha farklıdır, Kürtler
de kullanır. Biz önceleri onu sadece Ege çalgısı olarak bilirdik, Türkmenler ve
Ermeniler de kullanıyor. Kemençe ve kemançe Karadeniz’de kullanılır ama mesela
Sivaslıyız biz, orada da kemençe kullanılır. Anadolu çalgıları ortak
diyebilirim.
Daha belirgin bir
şekilde kültürlere atfedebileceğimiz çalgılar var mı, bunlar Ermenilerin ya da Kürtlerin
gibi?
Duduk Ermenilerindir, Azeriler de kendilerine ait olduğunu
iddia ediyor ama onu artık kendi aralarında tarihsel boyutuyla karar verirler.
Ama Türklerin değil, buranınki neydir. Belki onun geçmişi de o bölgeden
gelmedir ama tahminim Ermenistan çalgılarından esinlenildi, çünkü kamış yapısı
ve gövde yapısıyla andırıyor. Araştırmadım yanıltmayayım, tahminimi söylüyorum.
Bağlama bize ait, Orta Asya'da gelmedir. Kemençeye Karadeniz insanımız bize ait
diyor ama onun da kökeninin Rumlara dayandığını düşünüyorum. Öyle bir
araştırmadan bulundum ama onun da atası Orta Asya'dan geliyor.
Biliyoruz ki sizin
sanatsal çalışmalarınızın yanı sıra bilimsel çalışmalarınız da var, çoğu zaman
iç içe geçen. Anlamak için belli bir eğitimden geçmemiz gerektiğini söylediniz
ama anlayabileceğimiz haliyle çok kabaca bahsedebilir misiniz? Neler
yapıyorsunuz?
Şu ön kapak dediğimiz, sesin çıkmasını sağlar. Ön kapağın
belli bir kıvamda olması gerekir kaliteli ses elde edebilmek için. Ben de
teknolojide var olan gelişmelerden esinlenerek ben ona form vereceğim, öyle bir
bağlama üreteceğim ki teknolojik bir şey olacak. Anlatmakla olmuyor, deneylerle
göstermek gerek. Ağacın ses verme özelliği var, hiçbir şeyi rastgele takamayız.
Sapın da, hepsinin sese etkisi var. İnsanlar hep sesin kapaktan ve tekneden
çıktığını düşünür, bu yanılgı. Sapın da fiziksel açıdan sese etkisi var. Sapın
yönü var ağacın büyürken geliştirdiği çizgilerden. O kesim yönünü doğru tayin
etmek gerekiyor. Çünkü saptaki titreşim çok önemli kaliteli bir bağlama
istiyorsanız.
Çok teşekkür ederiz
sohbet için!
We are happy to follow you as Gusto computer
YanıtlaSilTotem Led ekran
Led ekran